İstanbul
+10...+11° C
Ankara
-5...-1° C
Rize
-4...-4° C

24 Kasım 2016 Perşembe

İstanbulda Görülmesi Gereken 6 Camii

Dünya üzerinde farklı iki kıtayı birbirine bağlayan ve farklı birçok imparatorluğa ev sahipliği yapmış olan bir şehir: İstanbul… Bu şehirde yaşamış her medeniyetin izinin var olduğu gibi, şehir kendi kültürünün izlerini de taşıyor. Herkesin gözünün üzerinde olduğu bu şehirde gezilecek birbirinden güzel o kadar çok tarihi eser var ki… Müzeleri, sarayları ve kiliseleri ile farklı yapıları bir arada tutan İstanbul, camileri ile de geçmişten günümüze kadar gelen farklı inanışların bir dalını yaşatıyor ve yansıtıyor. Dolayısıyla camiler, tıpkı diğer tarihi eserler gibi mimari yapıları konumları ve içinde barındırdıkları hikâyeleri itibari ile görülmeye değerler… İşte İstanbul’da görülmesi gereken 5 tarihi cami…
Süleymaniye Camii

1550-1557 yılları arasında Kanuni Sultan Süleyman şerefine Mimar Sinan’a yaptırılan bu cami, sahip olduğu mimarı yapısıyla yurt içinden ve yurt dışından gelen turistleri etkisi altına alıyor. Osmanlı döneminde inşa edilen her cami gibi bu camide de Osmanlı Mimarisinin estetik dokusuna yer verilmiş. Mimar Sinan’ın “Kalfalık Dönemi” olarak adlandırdığı bu eser, akustiğinde farklı yapılar kullanılarak ses iletimi konusunda kusursuz bir hale getirilmiş. Yükseklik olarak 53 metre, kubbe genişliği olarak da 26,5 metredir.
Eyüp Sultan Camii

Eyüp’te Haliç’in kuzeyinde yer alan bu caminin ilk yapım tarihi 1458-1459 yılları arasıdır. Cami şimdiki halini ise Sultan III. Selim zamanında almış. Caminin türbesi sekizgen olup türbe mimarisinde daha çok kesme taşlara yer verilmiş. 1956-1958 yılları arasında yenileme işlemleri yapılmış ve cami daha sağlam bir hale getirilmiş. Eyüp Sultan Cami kadar yakınında bulunan Pierre Loti Tepesi de gün geçtikçe artan bir ivme ile turist akımına uğruyor.
Fatih Camii


Fatih semtinde yer alan bu cami, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1463 yılında yaptırılması istenmiş ve 1470 yılında ise yapımı tamamlanmış. Fatih Sultan Mehmet, cami ile birlikte yapılan külliyenin şehrin tam orta noktasında bulunan ve Bizans İmparatorluğu’nun da çok değer verdiği On İki Havari kilisesinin yerine yapılmasını daha uygun bulmuş. Caminin buraya inşa edilmesini istemesindeki tek amaç ise bu bölge üzerine yeni bir inancın hâkim olduğunu göstermekmiş… Meydana gelen depremler sırasında büyük kubbesi çökmüş ve Sultan III. Mustafa’nın emri ile tamir edilmiş. Zarar gören diğer kubbeleri de tamir edilmeye çalışılmış. Kubbeler tamir edildikten sonra eskileriyle benzerlik göstermese bile, eskilerinin izlerini ve kalıntılarını taşıyor.
Ortaköy Camii



Beyazıt (Bayezid) Camii

Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen Ortaköy Cami, İstanbul Boğazı’nda lebiderya görüntüye sahiptir. Neo Barok tarzında inşa edilmiş olan bu cami, 1853 yılında Sultan Abdülmecit tarafından Mimar Nigoğos’a yaptırılmış. Bu yapıyla benzerlik gösteren ve selatin camilerinin tümünde yer alan harim ve hünkâr bölümü bu camide de yer alıyor. Merdiven yardımıyla ulaşabildiğiniz tek şerefeli iki minaresi bulunuyor. Mihrabın yapımında mozaik ve mermer kullanılırken, Minberin yapımında ise somaki kaplı mermer kullanılmış.


1505 yılında Sultan I. Bayezid döneminde yaptırılmış. Osmanlı Mimarisinden örnekler taşıyan bu cami, konum olarak İstanbul Üniversitesi, Beyazıt Meydanı ve Kapalı Çarşı’nın tam orta noktasında yer alıyor. Caminin iç kısmı kare şeklinde olup, dört büyük kemer dört payeye oturtularak 16,78 metre çapında bir kubbeyi taşıyor. İstanbul’da Bizans zamanının topoğrafya araştırmasını yapmış olan bilim adamları bu caminin yerinde daha önce Hagia Anas-tasia Kilisesi’nin bulunduğunu dile getirmiş. Ancak bu, maalesef kanıtı olmayan bir iddia olarak tarihe geçmiş. Olmazsa Olmaz

Sultan Ahmet Camii

17.yüzyılda Sultan I. Ahmet tarafından 1609-1620 yılları arasında Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırılmış. Serbest bir yerleşim düzeni ile inşa edilmiş bu cami, külliye cami, hünkâr kasrı, sıbyan mektebi, hamam, darüşşifa, dükkânlar ve imâret-i âmire (mutfak, fırın, kiler, yemekhane) gibi yapılardan oluşmaktadır. Bu yapılar içerisinde mahzenler, kahvehaneler, hanlarla birlikte bazı dükkânlar da son olarak bugünkü halleriyle günümüze kadar ulaşabilmiş. Sultan Ahmet Meydanı’nında görkemli bir yapı olan ve her yerden görünen bu cami, İznik çinileri ile süslenmiş ve bu da caminin iç mimarisine estetik bir görüntü katmıştır. Mimari yapısında var olan mavi çinilerden dolayı adı “Mavi Cami” olarak da anılmaktadır.

Şehrimiz İstanbul İçin Yazılmış En Güzel 13 Şiir


Kimileri hayatlarını İstanbul'da geçirmiş, kimileri bu şehri hiç görmeden aşık olur gibi sevmiş İstanbul'u. Kimileri yazma ilhamını İstanbul'dan alırken, kimileri onu özleyerek yazmış dizelerini. Birçok şairimizin şiirlerine konu olmuş İstanbul. Hanlarıyla, boğazıyla, vapurlarıyla, köprüleriyle ve birçok nadide semtiyle şairlerimizin şiirlerine konu olan İstanbul hakkında yazılan en güzel şiirleri bir daha hatırlayalım.

1. Yahya Kemal Beyatlı / Başka Bir Tepeden



















Yahya Kemal Beyatlı / Başka Bir Tepede

 ''Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
 Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
 Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
 Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

 Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
 Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada
 Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.''

 2. Orhan Veli Kanık / İstanbul'u Dinliyorum




Orhan Veli Kanık / İstanbul'u Dinliyorum

''İstanbul'u Dinliyorum
 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
 Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
 Yavaş yavaş sallanıyor
 Yapraklar ağaçlarda;
 Uzaklarda, çok uzaklarda Sucuların hiç durmayan çıngırakları;
 İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.

 İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı;
 Kuşlar geçiyor derken Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık;
 Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
 Bir kadının suya değiyor ayakları;
 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı,
 Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
 Güvercin dolu avlular, Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;,
 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
 Başında eski alemlerin sarhoşluğu, Loş kayıkhaneleriyle bir yalı
 Dinmiş lodosların uğultusu içinde.
 İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı.

 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
 Bir yosma geçiyor kaldırımdan.
 Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere; Bir gül olmalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
 Bir kuş çırpınıyor eteklerinde.
 Alnın sıcak mı, değil mi bilmiyorum;
 Dudakların ıslak mı değil mi, bilmiyorum
 Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
 Kalbinin vuruşundan anlıyorum;

İstanbul'u dinliyorum.''


3. Nurullah Genç / İstanbul ve Sen



Nurullah Genç / İstanbul ve Sen


''İstanbul bana hep seni hatırlatıyor.
 Çünkü onun gözleri de en az senin ki karar yeşil.
 Hala, gülümseyen bir lale gibi
 bana sürgününü gönderiyorsun
 dört yanı çevrili bir kale gibi
 ne sır umut, ne de sır veriyorsun gemiler gidiyor,
 sen gidiyorsun sulara yansıyor yeşil gözlerin hüzün dalga dalga,
 ıssız ve derin beni İstanbul’a terkediyorsun sensiz ne şehrayin,
 ne deniz kalır gidersin, harabe olur İstanbul martılar göç eder;
 sular alçalır kendini çöllerde bulur

İstanbul'' güneşi rengarenk şavkınla gökte saçlarını tarar iken bulurum beyazı,
gecenin çizgilerinde ellerini arar iken bulurum
sensiz çözülür mi gül ve mu/amma yüreğimden hala habersiz misin 
adını göklere yazarım
amma mehtabı kaybolur düşlerimin''


 4. Necip Fazıl Kısakürek / Canım İstanbul




Necip Fazıl Kısakürek / Canım İstanbul

 ''Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar;
 Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
 İçimde tüten bir şey; hava, renk, eda, iklim;
 O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim.

 Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur;
 Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.
 Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale,
 Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale.
 İstanbul benim canım; Vatanım da vatanım...

İstanbul, İstanbul...
Tarihin gözleri var, surlarda delik delik;
Servi, endamlı servi, ahirete perdelik...
Bulutta şaha kalkmış
Fatih'ten kalma kır at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat...

Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakışta o mana: Öleceğiz ne çare? ..
Hayattan canlı ölüm, günahtan baskın rahmet;
Beyoğlu tepinirken ağlar Karacaahmet...
O manayı bul da bul! İlle İstanbul'da bul!

 İstanbul, İstanbul..
 Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği
 Çamlıca'da, yerdedir göklerin derinliği.
 Oynak sular yalının alt katına misafir;
 Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir

Her akşam camlarında yangın çıkan
Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar...
Bir ses, bilemem tanbur gibi mi, ud gibi mi?
Cumbalı odalarda inletir ' Katibim'i...
Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak.
İstanbul, İstanbul...

 Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!
 Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler...
 Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu,
 Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.
 Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından

Hala çığlıklar gelir Topkapı Sarayından.
Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar;
Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar...
Gecesi sünbül kokan
Türkçesi bülbül kokan, İstanbul, İstanbul...

'' 5. Bedri Rahmi Eyüboğlu / İstanbul Destanı



Bedri Rahmi Eyüboğlu / İstanbul Destanı

 ''İstanbul deyince aklıma martı gelir
 Yarısı gümüş, yarısı köpük
 Yarısı balık yarısı kuş
 İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
 Bir varmış, bir yokmuş

 İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
 Anadolu’da toprak damlı bir evde
 Gülcemal üstüne türküler söylenir
 Süt akar cümle musluklarından
 Direklerinde güller tomurcuklanır

 Anadolu’da toprak damlı bir evde
 çocukluğum Gülcemalle gider
 İstanbul’a Gülcemalle gelir
 İstanbul deyince aklıma
 Bir sepet kınalı yapıncak gelir.


'' 6. Cahit Sıtkı Tarancı / Bahar Sarhoşluğu



Cahit Sıtkı Tarancı / Bahar Sarhoşluğu

 ''Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
 Yavrusu dallara emanet serçe,
 Derken camiler üstünde güvercin
 Minareler katından geçiyorum
 Gökyüzü mahallesi İstanbul’un

 Süt beyaz bir martıyım açıklarda
 Gemilere ben yol gösteriyorum,
 Buğday ve ilaç yüklü gemilere
 Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
 Bir süzülüşte vatanım dalgalar!''

7. İlhan Berk / İstanbul'dan


İlhan Berk / İstanbul'dan

''İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın
 Havada kaçan bulutların hışırtısı
 Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
 Yenicami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
 Hiç kımıldamıyorlar

 Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor
 İnsanlar sokak sokak, çarşı çarşı, ev ev
 İnsanlar sırt sırta, omuz omuza verip durmuşlar
 Boyunları bükük
 Yorgun, asabi, kederli, kindar

 Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor
 Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar
 Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi
 Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacaklar


'' 8. Turgut Uyar / Bir Gün Sabah Sabah




Turgut Uyar / Bir Gün Sabah Sabah


''Ver elini Haydarpaşa demişiz,
 Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl
 Hava hafiften soğuk,
 Deniz katran ve balık kokulu
 Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,

 Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu…
 Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
 -Kim o? dersin uykulu sesinle içerden.
 Saçların dağınıktır, mahmursundur.
 Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim,
 Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
 Uykudan uyandırsam seni,
 Ki daha sisler kalkmamıştır Haliç’ten.
 Fabrika düdükleri ötmededir


'' 9. Ümit Yaşar Oğuzcan / Üstüme Varma İstanbul'



Ümit Yaşar Oğuzcan / Üstüme Varma İstanbul


''Sana geldim, içim ümitlerle dolu
Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur
Bir gün ben de eririm caddelerinde
Çürür kemiklerim adım unutulur
Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak

Göğü, bulutların, denizlerin kalır
Oynama İstanbul, benimle oynama
Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır
Ezilmiş ellerimin arasında başım
Bu yeryüzünde başka çarem kalmamış

İşte gelip kapılarına dayanmışım
Karşında yıkılmış bir duvar gibiyim
Beni sarhoş etme, başım dönüyor
Üstüme varma İstanbul, kederliyim

'' 10. Yahya Kemal Beyatlı / Siste Söyleniş


Yahya Kemal Beyatlı / Siste Söyleniş
''Birden kapandı birbiri ardınca perdeler…
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?
Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden Firûze nehri nerde?

 Bugün saklıdır, neden?
 Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri;
 Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri.
 Bir devri lanetiyle boğan şâirin

 “Sis”i. Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi.
 Hülyâma bir ezâ gibi aksetti bir daha;
 -Örtün! müebbeden uyu! ey şehr!
 -O bedduâ…
 Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın;
 Hâlâ dağılmayan bu sisin arkasındasın.''


 11. Ziya Osman Saba / İstanbul


Ziya Osman Saba / İstanbul

 ''Seni görüyorum yine
 İstanbul Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan
 Minare minare, ev ev, Yol, meydan.
 Geliyor Boğaziçi’nden doğru

Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine Bembeyaz Kızkulesi.
 Bir yanda, serin sabahlarla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım.

Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım!
 Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
 Askerlik ettiğim kışladır ötesi

 Bir gün bir kızını benim eden Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu, Anamın toprağı Eyüpsultan.

 Önümde, açık kollarıyla Boğaz
 Çengelköy’den aktarma Rumelihisarı.
 İstanbul, İstanbul’um benim.''


 12. Orhan Veli Kanık / Bir Garip Orhan Veli



Orhan Veli Kanık / Bir Garip Orhan Veli

 ''İstanbul’da Boğaziçi’nde
 Bir garip Orhan Veli’yim Veli’nin oğluyum
 Tarifsiz kederler içindeyim Rumeli Hisarı’na oturmuşum
 Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

 İstanbul’un mermer taşları Başıma da konuyor martı kuşları
 Gözlerimden boşanır hicran yaşları Edalım…
 Senin yüzünden bu halim.
 İstanbul’un orta yeri sinema

 Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
 El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne Sevdalım…
 Boynuna vebalim İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
 Bir garip Orhan Veli’yim.


'' 14. Oktay Rıfat Horozcu / İstanbul Şiirinden


Oktay Rıfat Horozcu / İstanbul Şiirinden

 ''İstanbul'un üstüne güneş doğdu,
 Çıktı silkinerek gecenin içinden, Kız gibi minareleriyle
Süleymaniye, Sultanahmet, Sultan selim, Fatih camileri.
 Türbeler, çeşmeler, sebiller Aldılar aydınlıkta yerlerini.
 Şakımaya başladı bülbül gibi Bağdat köşkünün çinileri;
 Hepsi de alın teri, Hepsi de el emeği.

 Bir yaprak düştü döne döne şadırvana;
 Bir kumru su içti şadırvandan.
 Üsküdar'ın fakir evleri göründü uzaktan En arkada Çamlıca tepeleri.''



23 Kasım 2016 Çarşamba

İstanbul'un Parkları.

Emirgan, Sarıyer, İstanbul

   Atatürk Arboretumu

Belgrad Ormanları (Kemerburgaz - Bahçeköy Yolu), İstanbul 
Hasbahçe Parkı



Ölmeden Önce İstanbulda Yapılması Gereken 21 ŞEY


Ölmeden önce... listelerinin sonu gelmez. Ben de sizler için günün birinde İstanbul'a yolunuz düşerse veya bu şehirdeyseniz ancak onu tanımaya vakit ayıramıyorsanız yapmanız gereken 34 şeyi listelendim. 



1. Eminönü'nde balık ekmek yemek


Eminönü'nde balık ekmek yemek


2. Kapalı çarşı'da alışveriş yapmak

Kapalı çarşı'da alışveriş yapmak


3. Süleymaniye'de kuru fasulye yemek

Süleymaniye'de kuru fasulye yemek


4. Sultanahmet'te bir gün geçirmek


Sultanahmet'te bir gün geçirmek

5. Polonezköy'de brunch yapmak

Polonezköy'de brunch yapmak

6. İstiklal caddesinde bir tur atmak

İstiklal caddesinde bir tur atmak


7. Kuru Kahveci Mehmet Efendi'den taze çekilmiş Türk kahvesi almak


Kuru Kahveci Mehmet Efendi'den taze çekilmiş Türk kahvesi almak


8. Bebek sahilinde denize nazır kahve içmek



Bebek sahilinde denize nazır kahve içmek

9. Haliç'te balık tutmak

Haliç'te balık tutmak

10. Boğaz turu yapmak


Boğaz turu yapmak

11. Galata köprüsü'nde arkadaşlarla bir gece geçirmek


Galata köprüsü'nde arkadaşlarla bir gece geçirmek


12. Avrasya maratonuna katılmak

Avrasya maratonuna katılmak


13. Pier Loti'de kahve içmek

Pier Loti'de kahve içmek


14. Eyüp Sultan'da dua etmek


Eyüp Sultan'da dua etmek


15. Vefa'da boza içmek

Vefa'da boza içmek


16. Çamlıca tepesinden İstanbul'u seyretmek


Çamlıca tepesinden İstanbul'u seyretmek

17. İstanbul'un saraylarını ziyaret etmek



İstanbul'un saraylarını ziyaret etmek

18. Çengelköy'de deniz kıyısında çay içmek

Çengelköy'de deniz kıyısında çay içmek


19. Kız Kulesi'nde yemek yemek

Kız Kulesi'nde yemek yemek

20. Ortaköy'de kumpir yemek

Ortaköy'de kumpir yemek


21. Galata Kulesi'nden şehri seyretmek


Galata Kulesi'nden şehri seyretmek




İstanbul'un En İşlek Yerlerinden 'TAKSİM'



İstanbul’da Avrupa yakasında meşhur Beyoğlu semtinde yer alan Taksim,  İstiklal Caddesi ile birlikte anılan bir semttir. İstanbul’un gözbebeği Taksim’de gezilecek ve görülecek birçok yer ve aktivite vardır. Avrupa yakası’nda en popüler bölgelerden birisi olan Taksim, her zaman hareketli ve eğlenceli ortamı, kalabalık caddeleri, restoran ve kafeleri ile misafirlerine hoş dakikalar yaşatmaktadır. Taksim meydanından hayatın akışını seyredebilir, İstiklal Caddesinin güzelliğine kapılabilirsiniz



Taksim hiç şüphesiz İstanbul’un dünyaca ünlü bölgelerinden birisidir.  İstiklal Caddesi İstanbul’daki en popüler caddelerden bir tanesidir, yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktaları arasında yer almaktadır.  Barları, kafeleri, restoranları ve aile çay bahçeleriyle günün her saatinde her kesime hitap etmektedir.

Balat Evleri

Haliç kıyısında, Ayvansaray ile Fener arasında kalan bu semt, aslında zamanın Yahudi mahallesi olarak varlığını sürdürmekteydi ve tüm bu meşhur Balat evleri Yahudi tarzını yansıtmaktadır.

Vikipedi sağolsun orada bu konuyla ilgili detaylı bilgi zaten mevcut. Ancak bu evlerin görüntüsü, renkleri ve anlam veremediğim sıcaklığına aşık olmamak mümkün değil.



1950’li yıllarda Yahudiler buradaki evlerini bırakıp İsrail’e yerleşmişler. Kalanlar da farklı semtlere taşınarak bu mükemmel evleri yalnızlığa terketmişler. Ardından da şimdiki sakinler burayı yaşam alanı olarak benimsemiş
“Eger bir mahallede sokak hayvanları sizden korkmuyorsa, orada yaşayabilirsiniz. Oradaki insanlar iyi insanlardır.”

Bu cümle aşırı sevdiğim ve doğruluğuna yüzlerce kez tanık olduğum bir durumdur. Ve bu durum tam olarak Balat sokak hayvanları için de geçerli. Hepsi her noktada uyuyor, dinleniyor, mutlu ve huzurlu. En önemlisi de insan görünce asla kaçmıyorlar.

Bu sevimli aile boş bir evi kendilerine yuva seçmiş. Ev kocaman. Terk edilmiş. Kapı ve camlar açık. İçerisi kedi dolu. Bunlar evin koruyucuları. Serseri takımı kısaca  Yavrularını elletmeyecek kadar güçlü ve koruyucu bir baba ile karşılaştık. O yüzden de sadece camdan çekebildik fotoğraflarını. 

Balat Sakinleri
Açıkçası havanın soğuk ve yağmurlu olması, burada birileri ile iletişim kuracak kadar vakit geçiremeyişimize sebep oldu.

Çok isterdim oysa. Maalesef sadece gözleme dayanarak yorumlayacağım bu kısmı.

Öncelik çamaşırlar. Sanırım Balat denince evlerden sonra akla gelen fotoğraf karelerinden birisi de kurutulan çamaşırlardır.  İki bina arası uzanan ipler, camdan cama asılan çamaşırlar Balat’ı tamamlayan unsurlardan birisi. Göze saçma ve kötü gelmiyor asla. Burası bununla oldukça mükemmel hatta 



Camdan cama muhabbet burada en çok denk geldiğim şeylerden birisiydi. Eski, kırık, dökük ve macunlu camlardan sarkan ve sizinle son derece samimi bir ilişki kuran çocuklar da en bayıldığım anı 

–Bu arada Balat ara sokaklarında antikacılara rastlamanız mümkün. Eğer ki; vintage tutkunu ve eski aşığıysanız bu dükkanlara mutlaka uğramalısınız. Öyle Çukurcuma kadar da pahalı değil  Bu tablo da o dükkanlardan birinde yer alan eski bir el işi ödevi.
Bizim bugünkü Balat gezimiz böyle geçti. Siz de de ufak bir merak uyandıysa bu tarihi semte mutlaka uğramalısınız. Kömür kokulu, komşuluğun hala hakim olduğu bu semtte çok farklı hayatlara tanıklık edeceksiniz.

Meşhur Büyük Valide Han Hakkında

Bundan tam 4 yıl önce Kapalı Çarşı turlarımızda, Eminönü’ne inerken gizlice sızdığımız acınası durumda bir bina vardı. Birisi 17. yüzyılın sefaletini buraya kusmuş gibiydi. Aslında çeşitli sebepleri var diyebiliriz. Bunlarda en üzücü kısmı, Mahmutpaşa Çakmakçılar Yokuşu‘nda kalan Büyük Valide Han’ın geçirilen evrimden nasibini iyi yolla alamıyor olması.

IMG_8222
Büyük Valide Han Sultan I. Ahmet’in eşi Kösem Sultan tarafından inşa edildi. Burası ortasında yer alan Iranlılar Şii Mescidinden de anlaşılacağı üzere, uzun yoldan gelen zanaatkarlar ve tüccarlar için kuşkusuz kusursuz bir handı.

 Yüzyıllar boyunca sıkça el değiştirmesi ile var olan potansiyelini kaybetmeye başladı. Atölye sahipleri, atölyelerinin yeteri genişlikte olduğunu düşündüklerinden odacıkları ikiye hatta üçe bölüp başkalarına satmaya başladılar. Böylece günümüze dek uzanan süreçte 400’den fazla sahibi bir han oldu bugün Büyük Valide Han. Dolayısıyla restorasyon gibi bir seçenek hayalde kaldı.

 “Beni öldürmeyen güçlendirir.” sözünün ise burası için yanlış anlaşıldığını görüyoruz bugün.

 4 yıl önce diyordum, ilk Kapalı Çarşı turumu yapmak için aldığım eğitimi hatırlıyorum. Doç. Dr. Deniz Esemenli -rehberliğimdeki büyük etkisini yabana atamam asla- ısrarla ve ısrarla turlarda çatılara çıkmamızı istemiyordu. Asla unutmayacağım; “Tarihin üstüne basılmaz!” diye ısrar ediyordu. Bu onun bir nebze haklılığı bir nebze de dik kafalılığı -aman hocam yanlış anlamayın- gibi algılanabilirdi. Ancak ne demek istediğini zamanla görüyorum.

(Bu arada söylemeden edemem Deniz Esemenli, hanın girişindeki dükkanlara selam vermeden geçmez. Hani bir zahmet illa ki gidecekseniz Valide Han‘a, dükkanlara bir uğrayın, selam verin, hatta meraklıysanız alışveriş de yapın.)

Turlardan arta kalan zamanlarda ya da vaktim varsa yabancı misafirlerimle içeceklerimizi alıp gelir, yoldayken kapının görevlisi Mehdi Abi’yi arardık ki kapıyı açsın. Malum, orada olmayabilirdi. Bu dönemler 1 Lira giriş ücreti diye bir şey yoktu! Biz gönlümüzden ne koparsa verirdik.



Zira en son ziyaretlerimden birisinde ziyaretçilerin “1 Liraydı, değil mi?” diye sorup, sayarak bozuk para verdiğini görünce resmen içim acıdı…


Biz hanın esnafınızı, kedilerini, tarihini, geçirdiği zamanı Mehdi Abi’den, Alaaddin Abi’den öğrenirken, şimdi bu genç gezginlerin meraksızca “para tüm kapıları açar” hevesiyle uğradıkları ve fotoğraf çektirip kendi tanıtımlarında kullandıkları destinasyonu hırpaladıklarını görmek çok acı.

James Bond sağolsun, onlar motosiklet kullanıyorsa biz de zıplarız mantığıyla kubbelerin üstünde zıplayan gençler de cabası.

Gün ortasında uğradığımda hani o meşhur köşede kalan kubbenin üstünde zıplayan bir yabancı gördüğümde uyarmaya çalışıyorum, ama bir Türk olarak kendi tarihinin üstünde zıplayan bir halk görmek… Cümlenin sonunu getiremediğim gibi, uyaramıyorum bile.